Bizans el yazmalarında mobilya çeşitleri

İnsan, daima kendi hayatını kolaylaştıracak ve konfor alanını genişletecek bir düzen peşinde oldu. Bu an lamda yaşadığı ortamı da mekandan bağımsız ve taşınabilir çeşitli mobilyalar ile donattı. Mobilyanın kullanım amacı oturmak, yemek yemek, yazı yazmak, yatmak ve eşya depolamak gibi gündelik yaşamı kolaylaştırmaktı. Bazı müzelerde sergilenen mobilya örnekleri zamanımızdan binlerce yıl öncesinden mobilya yapımına başlandığını kanıtlar. İlk zamanlar ağaçtan ve taştan çeşitli mobilyalar yapılmaya başlandı, gereksinimlerin çoğalması, yapım alet ve makinelerin gelişmesiyle de zamanla farklı mobilya modelleri de gelişti.
Bizans mobilyasından Başpiskopos Maksimianus’un 6’ncı yüzyıla ait fildişi katedrası ( piskoposluk tahtı) gibi nadir örneğin dışında somut bir veri kalmaması son derece üzücüdür. Dolayısıyla Bizans mobilya örneklerine resim sanatlarında -anıtsal eserler, ikonalar, maden ve fildişi eserlerde- rastlanır. Bu yazımızda Bizans resimli el yazmalarında yer alan mobilyalardan örnekler sunarak bizden asırlar önce yaşamış bir imparatorluğun ne tür mobilyalar kullandığını göreceğiz.
Bizans el yazmaları başkent olması sebebiyle özellikle Konstantinopolis’te rahipler ve keşişler tarafından yazılır ve resimlenirdi. Yazmalardaki mobilya tasvirleri incelendiğinde şu sorular karşımıza çıkar: Bütün bu el yazmaları karşılaştırıldığında bu mobilyaların ne kadarı gerçekten Bizans kültürü ve sanatına aittir? Hangileri Saray’ın, hangileri sıradan halkın kullandığı mobilyalardır? Bu sorular ışığında günümüze ait somut bir eser kalmadığı için sadece yazılı belgeler ve görsel betimlemelerle mobilya tiplerini tanımlamamız mümkün.
İMPARATORUN MASASI, TABLASI ALTIN VEYA ALTIN VARAK KAPLI AHŞAPTANDI
Bizanslıların yemek yemeyi sevdiği ve yemeklerini masalarında yedikleri bilinir. Eşya çeşitleri oldukça fazla olsa dahi tek bir parça ev eşyasının korunmamış olması üzücüdür. Bu eşyaların neye benzediklerine ilişkin fikir edinmek için duvar ve kitap resimleri, oyma ya da heykel gibi görsel Bizans kaynaklarına bakmak gerekir. Yazılı belgeler Büyük Saray’da yapılan şölenlerde altın ve fildişi masalar kullanıldığını anlatır. İmparatorun masası, tablası altın veya altın varak kaplı ahşaptandı.
Sadece imparator değil aristokratlar da değerli malzemeden yapılmış masalar kullanabilecek konumdaydı. Çünkü Bizans döneminde mobilya bir lüks yaşam göstergesiydi. Sık sık birbirlerinin davetlerine katılan Aristokratlar veya eşleri sahip oldukları ev eşyaları ile birbirlerine gösterişte bulunurdu. Bazı manastır yemekhanelerinde masalar bina daha inşaat halindeyken yere monte edilerek yapılırdı. Mesela, Sakız Adası’nda bulunan Nea Moni ve Patmos’taki manastır örneklerinde yarım daire biçimli uzun masanın üst kısmı mermerden, kenarları ise betondan olup yere sabit olduğunu gösterir. Yani kişi sayısının fazla olduğu büyük mekanlarda daha kütlesel yapıldıklarını söyleyebiliriz. Bizans resimlerinde sıklıkla karşımıza çıkan, İsa’nın mucizelerinden biri olan ‘Kana Düğünü’ sahnelerinin geçtiği daha mütevazı evlerde dikdörtgen masalar kullanılırken, ‘Son Akşam Yemeği’ tasvirlerinde masanın ‘D’ biçiminde veya büyük olasılıkla ‘T’ biçiminde olduğunu görüyoruz. Oval masalar, Orta ve Son Bizans sanatında rastlanan bir tiptir ve sanatsal bir buluş gibi görünür.
Dikdörtgen masalar, Orta Bizans döneminde özellikle yemek sahnelerinde nadiren yer alırdı. ‘Son Akşam Yemeği’ tasvirlerinde olmasa da Geç Bizans resminde daha yaygındı. Çoğu örnekte masalar tahtadan yapılmış gibi temsil edilir ve bazı durumlarda üzeri masa örtüsü ile örtülürdü. Dekorasyon açısından bazı masalarda bir sıra korkuluk ya da topuzlar bulunurken, bazı örneklerde ise yanlarında bir çeşit kabartma bezeme taşıyan panellerle kapatılırdı. Yemek servisi yapmanın yanı sıra masalar, çalışma tezgahları ve yazı masaları olarak da kullanılırdı.
İYİ BİR YATAK SOSYAL VE FİNANSAL DURUMA İŞARET EDERDİ
Yataklar ucuz ve sade tahta yataklardan, Viktorya dönemindeki gibi ayakları süslü bir biçimde dışa dönük olanlara kadar değişik türdeydi. Yatak takımları insanların maddi durumlarına göre değişiyordu. Zenginler, değerli dokumalardan yapılmış işlemeli çarşaflar, battaniyeler, yorganlar ve yatak örtüleri kullanılırken yoksullar, paçavra ve çuvalla yetinmek zorundaydı. Özellikle içleri samanla doldurulmuş döşekler üzerinde yatarlardı. Çoğunlukla başka ülkelerden getirilmiş kaliteli kumaşlardan oluşan perdeler, örtüler, yastıklar ve halılar bir evin temel eşyalarıydı.
Büyük Saray’da ve aristokrat evlerinde de oldukça süslü ve değerli yataklar kullanılırdı. Ayrıca Konstantinopolis’teki Pantokrator ve Ainos’taki Kosmosoteira’da olduğu gibi manastır hastanelerinin de yataklarının olması bir gereklilikti. İyi bir yatakta uyumak görünüşte bireyin sosyal ve finansal durumuna işaret ederdi. Ancak Bizans yasal belgelerinde, ev eşyaları ve mobilyaları içeren listede yataklardan nadiren bahsedilir. Orta Çağ’da ortalama bir Bizans evinde yatak kullanımının olağanüstü olduğunu ve insanların yataklarını ortak olarak kullandıkları oturma odasının duvarına yerleştirdiğini, gündüz oturmak için kullandıkları bankların üzerine geceleri uyumak için yatak serdiklerini biliyoruz. Yani oturmak için kullandıkları divan olarak adlandırdığımız mobilyalar aynı zamanda yataktı.
10’uncu yüzyıla kadar sadece uyumak için değil, aynı zamanda bank olarak yapılmış yataklar vardı. Saray’da klineler ve sandalyeler kullanılırken, sıradan bir evde, daha basit formda, gündelik hayatta sıklıkla kullanabilecekleri dayanıklı tabureler kullanılırdı. Ahşap plakalardan yapılan klineler zenginler tarafından altın veya fildişi ile kaplanmıştı. ‘Curule’ adı verilen ve İmparatorun ya da yüksek makamdan kişilerin sahip olduğu, genellikle ayak veya uç kısımları yunus, kanatlı zafer tanrıçası ya da aslan biçimde tasarlanmış yüksek iskemleler de severek kullanılırdı. Tabure gibi rahat kapatılabilmesi için arkalıksız yapılır ve oymalı desteklerinde fildişi kullanılırdı. Bizanslı yoksul halkın evinde yatak odası veya yatak nadir bulunurdu.
Tahtın imparatorlukla ilgili sembolik geleneği Pagan kültüründen geliyordu. Değerli malzemelerle yapılmış veya süslenmiş tahtlar sadece imparatorlar için değil piskoposlar ve önemli kişiler için de yapılırdı. Bizans imparatorları veya yetkililerinin resmi koltuğu olarak bilinen tahtlara ait günümüze ne yazık ki hiçbir kalıntı kalmadı.
Ancak Orta Bizans döneminden Bizans piskoposlarına ait taht parçaları yaşamını sürdürebildi. İmparatorluk tahtları yazılı kaynaklara göre altın işlemeli çarşaflarla veya değerli taşlarla kaplanmış ahşaplar olarak tanımlanırdı. Orta Çağ boyunca Bizans’ta devlet görevlilerinin tahtlarıyla ilgili bilgiler ise oldukça yetersiz.
Manastırların çoğunda günümüzde de hala kullanılan gömme dolaplara benzer dolaplar hiç kuşkusuz Bizanslılarca çok erken dönemlerden beri biliniyordu. O zaman bir lüks sayılan bu dolaplar genellikle kısa ve nadiren çok yüksek yapılırdı. Eşya ve yatak takımlarının dolaplarda saklanması gelenek olduğundan, olasılıkla bazıları dolapların içindeki raflara yerleştirilirdi. Bizans’ta halkın çoğunluğu okuma yazma bilmeyenlerden oluşurdu. Doğal olarak sıradan diyebileceğimiz insanların evlerinde kitaplık, yazı masası gibi mobilyalar görmek pek mümkün değil.
Ancak Orta Bizans dönemindeki el yazmalarında farklı türden çok fazla yazı masası, rahle ve kitaplığın tasvir edilmesi düşündürücüdür. Toplumda önemli bir yere sahip olan yazarlar -rahip veya keşişsaraylara, soylu ailelerin davetlerine veya kilise ayinlerine katıldığında bu mekanlarda bulunan mobilyaları görmüş veya bunlardan esinlenerek yazmalara resmetmiş olabilirler. Hatta farklı coğrafyalardan Konstantinopolis’e gelip manastırlarda keşiş veya rahip olduklarını biliyoruz. Bu rahipler büyük ihtimalle geldikleri yerlerde gördükleri mobilyaları el yazmalarına resmettiler.
Bizans resimli el yazmalarında genellikle takdim (ilk sayfa, sunum sayfası) sayfaları bulunur. Bu takdim sayfalarında oturur durumdaki dört İncil yazarının önünde daima yazı masası, sandalye ve dolap gibi eşyalar ile birlikte resmedilirdi. Burada yer alan İncil yazarları da belki de tıpkı el yazmasını yazan ve resimleyen rahip veya keşişler gibiydi. Bu mobilyaların ne kadarının dönemin mobilyası ile benzerlik gösterdiğini bilmiyoruz.
MASALARIN GÖVDE KISMI DOLAP ŞEKLİNDEYDİ
Bizans manastırlarında ‘scriptorium’ denilen yazıhaneler yer alırdı. Kitap üretimi için önemli olan bu yerlerde marangozlar tarafından tasarlanan mobilyaların bulunma ihtimali yüksekti. Birden fazla kişinin gece gündüz vakitlerini geçirdikleri bu mekanlar için özel bir mobilya tasarımı veya üretimi yapılmış olabilir. Bu süreklilikten kaynaklı 10’uncu yüzyılda görülen dolap modeli 12’nci yüzyılda da karşımıza çıkar. Tabure, koltuk veya sandalye, bir yazı masası, üstünde rahle ve alt kısımda kağıtları veya el yazması malzemelerini depolamak için dolap, scriptoriumların vazgeçilmez eşyalarıydı. Rahiplerin bu mobilyaları model olarak alması kaçınılmazdı. Ayrıca rahiplerin farklı coğrafyalardan Başkent’e geldiğini düşünürsek geldiği yerin mobilya tarzını veya bezeme kültürünü el yazmalarına yansıtması da mümkün.
Resimli el yazmalarını incelediğimizde Bizans mobilyalarında birbirinden farklı tarzda üretilen pek çok örnek olduğunu görüyoruz. Bu mobilyalar düzgün kesilmiş, birbiri ile orantılı ve figürler ile boyut olarak uyumlu ve çok yönlüydü. Örneğin, üzeri masa olarak kullanılan mobilyaların gövde kısmı dolap şeklindeydi. Yemek yemek için kullandıkları bazı masalar, aynı zamanda sandık görevi görürdü. Ayrıca sıradan halkın oturma odalarında bulunan divanları akşamları yatak olarak kullandığı yazılı kaynaklarda belirtilir.
KADINLAR, YÜKSEK AYAKLI TABURELERDE OTURARAK DOĞUM YAPIYORDU
Bizans İmparatorluğu’nda doğum, doğumhane ve hastane gibi konular üzerinde araştırmacılar çalışmalarını yürütüyor. Bizans hastanelerinde doğum esnasında ne tür mobilyalar vardı henüz tam bilemiyoruz. Ancak yine görsellere baktığımızda kadınların, yüksek ayaklı taburelerde oturarak doğum yaptıklarını görüyoruz. Tabureler sade ve basit bir minder ile gösterilirdi. Doğum sahnelerinin olduğu el yazmalarında diğer mobilyalar ile birlikte beşikler de yer alırdı. Ancak ilginçtir ki beşiklerin erken dönemde çok karşılaştığımız örneklerine rastlanmaz. 12’nci yüzyıl el yazmalarında incelenen beşiklerin en belirgin özellikleri tırabzan ve tabla arasında bulunan boşluktur. Bu boşluklar tıpkı aynı dönemde görülen koltuk ve sandalye kenarlarında olduğu gibi sütun ve omega kemer dizisi şeklinde dekore edilmişti. Kenarları yuvarlak topuzlu, bacaklar arasında ise beşiğin sallanmasını sağlayan kıvrımlı şeritler yer alırdı.
Bizans’ın sahip olduğu geniş topraklar nedeniyle Suriye, Mısır, Hindistan ve Orta Asya’dan ticaret yoluyla gelen eşyaların üzerinde yer alan motiflerde Doğu etkisini görebiliriz. Bizans, Batı’dan eski Roma ve Hıristiyan sanatını, Doğu’dan zengin süsleme motiflerini alarak gelişir. Bu nedenle yapıtları Doğu-Batı karması bir özellik gösterir. Bizans dekoratif sanatları Helenistik ve Roma sanatının bir devamıdır. Fakat 6’ncı yüzyıldan sonra çoğunlukla Doğu sanatının etkisine girerek simetriye ve ince işlemeciliğe önem veren bir nitelik almıştı. Doğu sanatında, Anadolu’da başlayıp Arap Yarımadası, İran, Pakistan, Hindistan hatta Uzak Doğu’ya kadar, geometrik motiflerin çok ince ve özenle işlenişi başlıca karakteristik bir özellik olarak görülür. Bu nedenle Bizans mobilyasını biçimde oldukça basit, fakat çok süslü işlenmiş olarak özetleyebiliriz.
KONSTANTİNOPOLİS’TEN GÜNÜMÜZE HİÇBİR MOBİLYA ULAŞMADI
Orta Çağ mobilya ve döşemeleri hala büyük ölçüde keşfedilmemiş olan Bizans malzeme kültürünün bir yönünü oluşturur. Vaaz yazılarında ve azizlerin hayatlarının geçtiği kitaplarda fildişi levhalar, gümüş veya altınla kaplı mobilyalardan bahsedilir. Ancak 11 ve 15’inci yüzyılda yer alan yasal mülk listelerinde altın, gümüş, bronz ve cam kaplardan bahsedilirken, yatak, masa ve sandalye gibi mobilyalara yer verilmez. Kataloglarda tanıtılan resimleri incelediğimizde Bizans mobilyalarında birbirinden farklı tarzda üretilen pek çok örnek olduğunu görürüz. Ancak Konstantinopolis gibi görkemli sarayları, manastır ve kiliseleri olan kalabalık nüfuslu bir şehrin kültür yaşamını etkileyen, zanaatını anlamamızda iyi bir kaynak olabilecek mobilyalardan hiçbirinin günümüze ulaşmaması ise üzücüdür.
*Doktorant, Erciyes Üniversitesi, Sanat Tarihi bölümü